18 Ekim 2014 Cumartesi

"Yeşermedikçe sağlam bir çekirdek..."

BOZKIRDAKİ ÇEKİRDEK'den...


S141
-          … Çocukların ödleri kopuyordu benden… O kadar ki, artık bildiklerini de unutuyor olmuşlardı. Eğitmencilikte bir öğretmen,  buraya kadar düştü mü, öğretmenliği hemen bırakmalıdır. Ben de bunu artık gerçekten düşünmeye başlamıştım. Önce bir kitapçı dükkanı açmayı tasarladım. Nerdeyse de girişecektim! Topladım kendimi… Neydi kitap? Düpedüz dolandırıcılık aracı… Doğruluk yazar, mertlik yazar, insanlık, kardeşlik, sevgi, acıma yazar. Bütün tutamadığımız, çiğnediğimiz, alay ettiğimiz şeyleri yazar. Oysa ben, kitaptan kaçıyor değil miydim?

S154-155
-          Sözgelimi… Bir eğitmen köylüyle geçinemeyince, çıkıyor kaymakama. Hatta valiye… Kaymakamdır, validir, merkezin şimdilerde bu işe çok önem verdiğini bildiği için, bir başka türlü dinliyor, eğitmeni… Köylüye de, bunca fedakarlıkla ayağına getirilen okuma fırsatını teptiği için peşin peşin kızıyor. Bunun kaç çeşit kötülüğünü sayayım! Adam asker çavuşluğundan eğitmen olmuş… Arkasında hükümeti görünce kendi yetersizliğini zart-zurt örtmek istiyor. Köylü, eskiden beri hükümetle karşılaşmaktan çekinir. Hükümet adamından ürker, devlete sırt vermişi sevmez. Hele bunun, kendi içinden çıkmış bir yeni türeme olması, anlaşmazlığı birkaç kat arttırır. Çantada böyle çekişmeler üstüne onbir iş var. Karşılıklı karalamalar, uydurma suçlar, vuruşmalar, hatta pusudan vurmalar. Dün gece bir köyde yattım. Eğitmenden yaka silkiyor köylü… Çocukları bahçesinde çalıştırıyormuş köle gibi… Çobana yardımcı gidenleri, “Okula gelmedin.” Diye dövüyormuş, yüzünü gözünü çürütecek kadar… Ayrıca “Çocuğunu okula yollamadı” diye babasını anasını cezalara çarptırıyormuş… Bu kadar sert davranmasının sebebi nedir bilir misin? Marangozluğa meraklı adam… Sabahtan akşama kadar işliğinde öteberi yapıp pazarda satıyor. Bu sertlik, şikayetleri önlemek için… Çocukları çoktan yüzüstü bırakmış… Başlarına müzakereci dikmiş içlerinden birini… Bu kez, başka kötülükler çıkmış, “Müzakereci bizi eğitmene şikayet edip dövdürmesin” diye oğlana rüşvet vermeye başlamışlar.
-           
S374-375
-          Bozkırda elbet var çekirdek ama, yaşama kanunları başka… Bütün sağlam çekirdeklerin şaşmaz kanunu: YEŞERMEKTİR. Çürükse yeşermez, yeşermezse çürür. Bozkırdaki bizim çekirdeğin sağlamlığı, YEŞERMEMEYE doğru işlemesin?
-          Anlamadım…
-          Evet, anlaşılır gibi değil… İnanılmaz bir şey… Yeşermedikçe sağlam bir çekirdek. Canlı olarak varolması hiç yeşermemesine bağlanmış. Savunması yeşermemek… Çünkü denemiş bin yıldır, yeşermesini önlemek için pusuda bekleyen güçler var. Bu güçler akıl almaz bir kıyıcılıkla en umutlu filizleri hemen ezer, tomurcuklanmaya yeltenen bütün kökleri imancızca söker. Çünkü onun da varoluşu, rahat yaşaması, bozkırdaki çekirdeğin yeşerip serpilmemesine bağlıdır. “Biz bize benzeriz.” Sözünün kaynağı bu TERS gerçek…
S375

-          Yeşermek, ortaya çıkmak demektir. Bizimki kaçıyor, saklanıyor! Dünyanın her yerinde yiğitliğin biricik şartı DİRENMEKTİR. Bizde “Yiğitliğin on şartı var: Dokuzu kaçmak, biri hiç görünmemek…” Anadolu insanının MAL’la, hatta CAN’la olan tarihsel ilintisini, bu açıdan değerlendirmeli… Pasiftir Anadolu insanı… Yiğitlenilecek yerde kaçan, becerebilirse hatta hiç görünmeyen adam, niçin çok çalışsın, neden biriktirsin? Allahın malı olan topraklarda uğraşıyor binlerce yıldır, kiracı olarak… Ne demiş Frenk atasözü? “Toprağın varsa savaşın var.” Demiş. Toprağı yok ki savaşı olsun…

S379-380

-          Biçimine getirmezlerse, Milli Şefe rağmen bir şey yapamazlar. Ama biçimine getirdiler mi, sizi Milli Şef de kurtaramaz Halimciğim!...
-          Kim kurtarır o da kurtaramazsa?
-          Siz enstitücüler, hatta bütün öteki öğretmenlerle bütün öğrenciler ayaklanırsa umut vardır.
-          Olur mu öyle şey… Hiç kimse hazır değil buna…
-          Anladın mı şimdi, çocukları sadece, doğayla boğuşacak gibi yetiştirmek niçin yanlış… Sanki karşılarına hiç insan çıkmayacakmış gibi yetiştirmek… Kolaya kaçmak, derim, kızarsın. İşte, kolaya kaçmak budur. Sırasında insanla da boğuşulacağını hesaba kattın mı, korkunçlu yerlere gider işin ucu… Vurdunuz kolaya başından beri… Cezasını çekeceksiniz. Kolaya kaçan her şeyin durum-vaziyeti tehlikelidir, Halimcim, altı yılda, köylü çocuklarından, çeyrek öğretmen, çeyrek çiftçi, çeyrek zenaatkar, çeyrek esnaf yetiştirmek için kurulmuş ESDÜDÜ bile olsa… Kızma bana. Dikkatli ol, diye söylüyorum bunları…

S392

-           Hükümat adamı, orduyla gelse, Allahıma şükür, Cinciye diş geçiremez! Neden? Çünküüü, hükümat adamının elini kolunu, kanun bağlamıştır. Birinci dilekçeyi hasıraltı ederler. İkinciyi… hasıraltı… Üçüncüye geldi mi, aptesi bozulur Osmanlının. Başlar, “Ateş olmayan yerde duman olmaz.” Demekliğe… Dördüncü dilekçede, “Nedir?” sorusu gelir. Beşincide müfettiş… Araya bir iki de, el peşrevi, cam kırma, sövme, sayma girerse, Cumhurbaşkanı öz oğlunu savunamaz… Osmanlının yasağı üç gün olduğundan direnen kazanır. Rezilliği ele alan, hep üste çıkar! Ben niçin inadımdır katır gibi, anladın mı şimdicik?...

Osmanlı zagonunda inat eden haklıdır. Mahpusta nasıl yaşadım bunca yıl, bey gibi?... Bakardım, müdür az biraz nizamcı… İdare midare bilmemekte… Çökerdim dilekçeye… “İki laf bir büyü” denilmiştir. Çalarsın karayı, çalarsın… “Biri yalan, beşi yalan… Yedisi, onu da yalan değil ya” der Osmanlı… Dedi mi, bitti.