S141
-
… Çocukların ödleri kopuyordu benden… O kadar
ki, artık bildiklerini de unutuyor olmuşlardı. Eğitmencilikte bir
öğretmen, buraya kadar düştü mü,
öğretmenliği hemen bırakmalıdır. Ben de bunu artık gerçekten düşünmeye
başlamıştım. Önce bir kitapçı dükkanı açmayı tasarladım. Nerdeyse de
girişecektim! Topladım kendimi… Neydi kitap? Düpedüz dolandırıcılık aracı… Doğruluk
yazar, mertlik yazar, insanlık, kardeşlik, sevgi, acıma yazar. Bütün
tutamadığımız, çiğnediğimiz, alay ettiğimiz şeyleri yazar. Oysa ben, kitaptan
kaçıyor değil miydim?
S154-155
-
Sözgelimi… Bir eğitmen köylüyle geçinemeyince,
çıkıyor kaymakama. Hatta valiye… Kaymakamdır, validir, merkezin şimdilerde bu
işe çok önem verdiğini bildiği için, bir başka türlü dinliyor, eğitmeni…
Köylüye de, bunca fedakarlıkla ayağına getirilen okuma fırsatını teptiği için
peşin peşin kızıyor. Bunun kaç çeşit kötülüğünü sayayım! Adam asker
çavuşluğundan eğitmen olmuş… Arkasında hükümeti görünce kendi yetersizliğini
zart-zurt örtmek istiyor. Köylü, eskiden beri hükümetle karşılaşmaktan çekinir.
Hükümet adamından ürker, devlete sırt vermişi sevmez. Hele bunun, kendi içinden
çıkmış bir yeni türeme olması, anlaşmazlığı birkaç kat arttırır. Çantada böyle
çekişmeler üstüne onbir iş var. Karşılıklı karalamalar, uydurma suçlar,
vuruşmalar, hatta pusudan vurmalar. Dün gece bir köyde yattım. Eğitmenden yaka
silkiyor köylü… Çocukları bahçesinde çalıştırıyormuş köle gibi… Çobana yardımcı
gidenleri, “Okula gelmedin.” Diye dövüyormuş, yüzünü gözünü çürütecek kadar…
Ayrıca “Çocuğunu okula yollamadı” diye babasını anasını cezalara
çarptırıyormuş… Bu kadar sert davranmasının sebebi nedir bilir misin?
Marangozluğa meraklı adam… Sabahtan akşama kadar işliğinde öteberi yapıp
pazarda satıyor. Bu sertlik, şikayetleri önlemek için… Çocukları çoktan yüzüstü
bırakmış… Başlarına müzakereci dikmiş içlerinden birini… Bu kez, başka
kötülükler çıkmış, “Müzakereci bizi eğitmene şikayet edip dövdürmesin” diye
oğlana rüşvet vermeye başlamışlar.
-
S374-375
-
Bozkırda elbet var çekirdek ama, yaşama
kanunları başka… Bütün sağlam çekirdeklerin şaşmaz kanunu: YEŞERMEKTİR. Çürükse
yeşermez, yeşermezse çürür. Bozkırdaki bizim çekirdeğin sağlamlığı, YEŞERMEMEYE
doğru işlemesin?
-
Anlamadım…
-
Evet, anlaşılır gibi değil… İnanılmaz bir şey…
Yeşermedikçe sağlam bir çekirdek. Canlı olarak varolması hiç yeşermemesine
bağlanmış. Savunması yeşermemek… Çünkü denemiş bin yıldır, yeşermesini önlemek
için pusuda bekleyen güçler var. Bu güçler akıl almaz bir kıyıcılıkla en umutlu
filizleri hemen ezer, tomurcuklanmaya yeltenen bütün kökleri imancızca söker.
Çünkü onun da varoluşu, rahat yaşaması, bozkırdaki çekirdeğin yeşerip
serpilmemesine bağlıdır. “Biz bize benzeriz.” Sözünün kaynağı bu TERS gerçek…
S375
-
Yeşermek, ortaya çıkmak demektir. Bizimki
kaçıyor, saklanıyor! Dünyanın her yerinde yiğitliğin biricik şartı DİRENMEKTİR.
Bizde “Yiğitliğin on şartı var: Dokuzu kaçmak, biri hiç görünmemek…” Anadolu
insanının MAL’la, hatta CAN’la olan tarihsel ilintisini, bu açıdan
değerlendirmeli… Pasiftir Anadolu insanı… Yiğitlenilecek yerde kaçan,
becerebilirse hatta hiç görünmeyen adam, niçin çok çalışsın, neden biriktirsin?
Allahın malı olan topraklarda uğraşıyor binlerce yıldır, kiracı olarak… Ne
demiş Frenk atasözü? “Toprağın varsa savaşın var.” Demiş. Toprağı yok ki savaşı
olsun…
S379-380
-
Biçimine getirmezlerse, Milli Şefe rağmen bir
şey yapamazlar. Ama biçimine getirdiler mi, sizi Milli Şef de kurtaramaz
Halimciğim!...
-
Kim kurtarır o da kurtaramazsa?
-
Siz enstitücüler, hatta bütün öteki
öğretmenlerle bütün öğrenciler ayaklanırsa umut vardır.
-
Olur mu öyle şey… Hiç kimse hazır değil buna…
-
Anladın mı şimdi, çocukları sadece, doğayla
boğuşacak gibi yetiştirmek niçin yanlış… Sanki karşılarına hiç insan
çıkmayacakmış gibi yetiştirmek… Kolaya kaçmak, derim, kızarsın. İşte, kolaya
kaçmak budur. Sırasında insanla da boğuşulacağını hesaba kattın mı, korkunçlu
yerlere gider işin ucu… Vurdunuz kolaya başından beri… Cezasını çekeceksiniz.
Kolaya kaçan her şeyin durum-vaziyeti tehlikelidir, Halimcim, altı yılda, köylü
çocuklarından, çeyrek öğretmen, çeyrek çiftçi, çeyrek zenaatkar, çeyrek esnaf
yetiştirmek için kurulmuş ESDÜDÜ bile olsa… Kızma bana. Dikkatli ol, diye
söylüyorum bunları…
S392
-
Hükümat
adamı, orduyla gelse, Allahıma şükür, Cinciye diş geçiremez! Neden? Çünküüü,
hükümat adamının elini kolunu, kanun bağlamıştır. Birinci dilekçeyi hasıraltı
ederler. İkinciyi… hasıraltı… Üçüncüye geldi mi, aptesi bozulur Osmanlının.
Başlar, “Ateş olmayan yerde duman olmaz.” Demekliğe… Dördüncü dilekçede,
“Nedir?” sorusu gelir. Beşincide müfettiş… Araya bir iki de, el peşrevi, cam
kırma, sövme, sayma girerse, Cumhurbaşkanı öz oğlunu savunamaz… Osmanlının
yasağı üç gün olduğundan direnen kazanır. Rezilliği ele alan, hep üste çıkar!
Ben niçin inadımdır katır gibi, anladın mı şimdicik?...
Osmanlı zagonunda inat eden haklıdır.
Mahpusta nasıl yaşadım bunca yıl, bey gibi?... Bakardım, müdür az biraz
nizamcı… İdare midare bilmemekte… Çökerdim dilekçeye… “İki laf bir büyü”
denilmiştir. Çalarsın karayı, çalarsın… “Biri yalan, beşi yalan… Yedisi, onu da
yalan değil ya” der Osmanlı… Dedi mi, bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder