29 Şubat 2016 Pazartesi

Pozitif ve Güvenilir Bir Sınıf Ortamı Yaratma

http://www.edutopia.org/blog/building-positive-trusting-classroom-jose-vilson

Pozitif ve Güvenilir Bir Sınıf Ortamı Yaratma
Yazan: José VILSON

İnanın ya da inanmayın, okulun ilk gününden önce biraz korkum vardı. Bütün yaz, müfredatımı hazırlamış, ders planlarımı yeniden gözden geçirmiş, öğrencilerime vereceğim emeği derinlemesine düşündüm, ve bol miktarda mesleki gelişim eğitimi aldım (özellikle fen bilimleri ve matematik entegrasyonu hakkında). Hatta, uyumaya gitmeden birkaç saat önce Facebook’ a şunu yazdım: "Daima okulun ilk günü öğrencilerle kendimi gergin hissetmişimdir. Sadece onlardan korktuğum için değil, fakat onlar için doğru olanı yapmak istediğim için de.”  En iyi şekilde çabalamama rağmen, hep daha iyisini yapabileceğimi hissetmişimdir. Sonra, okulun ilk gününde bir önceki öğrencilerimin birinden, ben de dahil olmak üzere, öğretmenlerini ne kadar özlediğine dair bir kısa mesaj aldım.

Bu bana hatırlattı ki, bazı hatalarıma rağmen geçen sene birkaç iyi şey yapmışım, ve bu güçlü yanım geçen sene okuttuğum her öğrencinin üzerinde bir imza olmaya devam edecek.  Tanıdığım öğretmenlerin çoğu öğrencileriyle olumlu bir bağ kurmak istiyorlar ama çoğu zaman bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar ya da onların sessizliğini ve itaatkarlıklarını onların derste öğrendikleri anlamına geldiğini inanıyorlar. Öğrencilerle bağ kurmak, onlara öğrenmeleri için bir kapı açmak, sizin söylemek zorunda olduklarınızı söylediğinizde onların anlayışlı olmalarını sağlamak kadar derse katılabilmeleri için onlara güven vermek demektir.  
İşte farkına vardığım olumlu yanlar:

1)  "Yanlış" kelimesini nadiren kullanın.
Öğrencilerin, ne kadar saçma olursa olsun, derste yorum yaptıklarında veya soru sorduklarında istim düdüğünü çalmayacağınızı bilmeye ihtiyaçları vardır. Eğitim öğretim yılına onların hatalarını ve kuşkularını kabul ederek başlamak onları ve onların öğrenme tarzlarını tanımaya başlamak demektir. Ayrıca, zaten yıllın geri kalan zamanında onlara soruları nasıl cevap vereceklerini göstereceksiniz.  Sınıfta kullanılan  “yanlış” kelimesi, doğaçlama olarak söylenen “Sen bunu başaramazsın.” kalıbına çok benzer. Bu kelimeyi kullanmak işe yaramaz ve çoğunlukla öğrencilerin ileride derse katılmalarını engeller. Öğrencileri “Hatalı olabilirim veya olmayabilirim” diye düşünmeye sevk etmeden cevabın doğru olmadığını söylemenin o kadar çok yolu var ki.

2) Tartışmalarınızı dışarıda yapın.
Biz öğretmenlerin sınıf içerisinde öğrenci ile mütemadiyen tartışmakla kazanacağı hiç bir şey yoktur; fakat kaybedeceği çok şey vardır. Aşırı durumlarda bile, öğrenciyle birkaç saniyeden daha fazla tartışmak yetişkinlere öğrenciye olduğundan daha kötü görünür. Bunun yerine öğrenciyi dışarıya çıkartın ve tartışmanızı orada yapın. Sonra, onu dışarı çıkardığınızda, şikayetini seslendirmesine izin verin. Bizim çoğu zaman, hata bizde olduğu zaman bile neden böyle davrandıklarına dair fikrimiz yoktur. Problemini seslendirir seslendirmez, ona ciddi ve olumlu bir şekilde sınıfta olması gereken davranışı hatırlatın. O, sakinleşir sakinleşmez, sınıfa dönmesine izin verin, araya mesafe koyun , ve ders  anlatmaya devam edin.

3) Yerinde olumlama da işe yarar.
Bugünlerde mesleki gelişim alan öğretmenlerin çoğu size doğrudan olumlu geri-dönüt vermemenizi söyler, bir dereceye kadar buna ben de katılıyorum. Hiçbir öğretmen devamlı olumlamaya ihtiyacı olan bir öğrenci istemez, çünkü bu şekilde asla  öğrencilerde  asla öz  yeterlilik sağlayamazlar. Bu yüzden bizden hızlıca bir baş sallama ya da “Doğru yoldasın!” gibi bir önermede bulunmamamız istenir.  Hatta çok sık olamamakla beraber, öğrenci kötü bir gerginlik yaşamışsa ya da kendilerini derin bir kızgınlığa kapatmışlarsa, hızlı bir "Evet, kesinlikle haklısın" ya da sırtına hafifçe vurmak , onu doğru zihinsel duruma geri taşıyacaktır. Öğretmenler olarak öğrencimizin fazladan desteğe ihtiyacı olup olmadığını doğru okumak zorundayız. Bunu ne zaman sınıfta kullandıysam, derste sabah espressosu etkisi yarattı. Bunu yine yapacağım.
Öğretmen olarak yaptıklarımın çoğu benim okulların nasıl islemesi gerektiği ve kendi sınıfımdaki sınıf yönetimim hakkındaki çekirdek inançlarımla örtüşür. Böyle bir ortam inşa etmek için daha fazla öneriniz olabilir, olmalıdır da. Biz eğitimciler daha iyisini gerçekleştirebiliriz, özellikle okulun onlara hiçbir şey önermediğini düşünen öğrenciler için. Bunun en iyi yolu her gün hizmet verdiğimiz genç insanlarla bağ kurmaktır.
Çeviren: Banu Mutafcılar



20 Şubat 2016 Cumartesi

Tabletler Dışarı, Hayal Gücü İçeri:Teknolojiden Kaçınan Okullar

Çeviren: Bilal Ali TELCİ


Silikon vadisinde çalışan ebeveynler, çocuklarını görünürde hiç bir bilgisayarın olmadığı okullara gönderiyorlar -ve belli ki yalnız değiller.






Silikon vadisinin kalbi teknoloji devleri Google, Apple ve Yahoo’nun çalışanlarının çocuklarını gönderdikleri 9 derslikli bir okuldur. Fakat Amerikanın dijital kalbinde konuşlanmasına rağmen ortalıkta hiç bir iPad,akıllı telefon veya ekran bulunmuyor.

Bunun yerine Waldorf okulu yarımadasındaki öğretmenler sınıfları güncel elektronik
aletlerle doldurma telaşına zıt el becerileri pratiğine dayalı, ampirik öğrenmeyi tercih ediyorlar.

Fakat gerçek şu ki teknolojiyi öncüleyen şirketler için çalışan ebeveynler bilgisayarların

eğitimdeki değerini sorguluyorlar mı? Yüksek teknolojili sınıfların çağ ötesi rüyası
gelecek jenerasyonda en iyi uğraş olacak mı ?

Organisation for Economic Cooperation and Development (OECD) tarafından yapılan

uluslararası bildiri bilgisayarlara ciddi miktarda yatırım yapan eğitim sistemlerinin uluslararası öğrenci değerlendirme programı ( Pisa ) testlerinde okuma,matematik ve bilim sonuçlarında kayda değer bir gelişme göremediklerini belirtmiştir. OECD eğitim müdürü, Andreas Schleicher ‘’ Doğu Asya’da olduğu gibi en iyi performans veren eğitim sistemlerine bakarsanız, onlar sınıflarında teknoloji kullanma konusunda oldukça ihtiyatlılar ’’demiştir.

‘’Tabletleri ve bilgisayarları sık sık kullanan öğrenciler onları kısmen kullananlara nazaran
daha başarısız olmaya eğilimliler’’ diye eklemiştir.

İngiltere’de incelenmiş diğer bildiriler sosyal medyanın gençler üzerindeki potansiyel

olumsuz etkilerini ve cep telefonları ve tabletlerin kullanımıyla ilişkilendirilmiş sınıf içi rahatsız edici davranışları kaygıları arttırmaktadır.

Association of Waldorf Schools of North America sosyal gelişim ve yardımlaşma

başkanı Beverly Amico, bu durumu onların yaklaşımlarının ‘’çocukların en iyi nasıl
öğrenecekleri hakkında zamanla kendini kanıtlamış doğruları’’ kullanması olarak açıklar.
Öğretmenler öğrencileri, müfredat konularını onlara bilgiyi tablete indirerek tüketmektense boyama ve çizme gibi sanatsal aktiviteler yoluyla açıklayarak,öğrenmeleri için cesaretlendirmektedirler.

Örneğin, 4.sınıf öğrencileri için normal bir ders norveç mitolojisi hakkında efsanelere göre

kendi resimlerini çizerek öğrenmelerini, problem çözme matematik becerilerini örgü yoluyla edinme veya modern bir dili yakalama oyunu ile pratik yapmayı içerebilir.

Amico bu daha yaratıcı eğitim yaklaşımının derslere hayat getireceğini ve öğrencilere

perdeden bir dizi resimleri göstermekten daha etkili olacağının üzerinde durmuştur.

O ‘’ dersler yalnız çocuğun eğitiminin değil aynı zamanda onları bireyler olarak önemseyen

insan davranışlarıyla verilir’’ demektedir. ‘’ Sınıfta çocuk olarak ne hatırlıyorsun ? Bu
genellikle bir eğitim gezisidir, laboratuvar’da ellerini kirletmektir yada güzel bir hikayedir. Bunlar seninle birlikte 50 yıl sonra da kalacak şeylerdir’’.

Waldorf sınıfları aynı zamanda doğal tahtadan sıralar ve bitkilerle öğrencileri rahat ve

konforlu hissettirmek için dizayn edilmiştir. Amaç dikkat dağıtıcı elektronik medyayı çıkarmak
ve ders sırasında öğretmen ve öğrencileri arasında daha güçlü bağlılığın teşvik edilmesidir.
Amico dijital endüstride çalışan ebeveynlerin çocukları için düşük teknolojili ve teknolojisiz eğitimi seçmelerinin nedenlerinden birinin de bunun onlara bir çok iş verenin de arzuladığı yenilikçi düşünme becerilerini öğrettiğini iddia eder. O teknolojiye erken yaştan alışmış öğrencilerin kalıpların dışında düşünme ve problem çözme yeteneğinde eksik olduklarını da ekliyor.

London Acorn okulu başkanı Sarah Thorne sınıfta teknolojiyi sınırlandırma veya kaldırmanın 
öğrencinin ilerideki istihdam edilebilirliğinin üzerinde olumsuz etkisi olacağı varsayımını sorgulamaktadır.

Londra Morden’de ki 12 yaşından küçük öğrencilerin tatillerde dahi akıllı telefon ve

bilgisayarları kullanmaları ve her zaman televizyon filmlerini izlemeleri yasaklanmıştır.
Okulun dünya görüşü elektronik aletlerin çocuğun gelişiminde öğrencilerin 12 yaşında
bastıkları zaman televizyon izlemeye daha sonra yalnızca önce aileleri tarafından izlenmiş
belgeselleri izlemeye izin oldukları ‘’ kademeli bütünleşmedir’’. 14’lerine kadar filmleri
izleyemezler; internet 16 yaşından küçük herkese evde veya okulda tamamıyla yasak ; ve
bilgisayarlar 14 yaşından büyükler için yalnızca müfredatın bir parçası olarak kullanılabilir.

Kulağa zalimce gelebilir fakat Thorne sınıfta teknoloji kullanımına daha dikkate alınmış
yaklaşımın öğretmenlere öğrencileri idari karar verme,yaratıcılık ve konsantrasyon becerileri gibi temel becirelerde geliştirmeye yardımcı olur bunların hepsi bir iPad 'e dokunma veya Excel programında elektronik çizelge tamamlama becerisinden çok daha önemlidir. Bunun yanı sıra Thorne teknolojinin çoğunun günümüzü zayıflattığını yarın ise ilkel olacağını eklemiştir.

O ‘’Okul bir öğrenme yolculuğu ve onu mümkün olduğunca karışık, zengin ve ilgi çekici

kılmak istersin. Anlık bilgideki problem şu ki kolaylıkla A’dan B’ye varabilirsin ve gerçek
yaşamı yansıtmayan cevaplar bulabilirsin’’ der.

‘’Sınıftaki konsantrasyon açısından çok az sohbete eğilimliyiz çünkü onlar öğrenmeleri ile

meşguller. Okulumuzdaki çocuklar çalışmalarında oldukça dikkatini vermiş bir haldeler ve bu nedenle biz onlara bunu yapabilmeleri için o aralığı veriyoruz.’’

Thorne kısıtlamalar hakkında öğrencilerden gelen geri dönütlerin olumlu olduğunu iddia

ediyor; genç öğrenciler oyun oynama fırsatından keyif alıyorlar ve hatta düz okullardan geçiş yapan gençler daha mutlu olduklarını itiraf ediyorlar.

Teknoloji kullanımını kısıtlamak 21.yy öğretmenleri için aynı zamanda akıllı tahta ve

bilgisayarlar benzerlerinin sağladığı kaynağa ve bilgiye kolay ulaşım için kullanılmış zorlu bir iştir.

‘’Bu zor bir iş’’, dijital aletlerin sınıfa yalnızca öğrenciler ortaokul çağına ulaştıktan sonra

tanıtıldığı Steiner Academy Hereford ‘da sınıf öğretimi olan Ian Young itiraf ediyor. Bütün
bunlara rağmen öğrenmede sınırlı bir rolleri var. Okulun idari başkanı Sylvie Sklan’a göre bu dünya görüşü dijital aletlerin yaratıcı düşünceyi, hareketi, insan iletişimini ve dikkat süresini engelleyen düşünce tarafından bildirilir ve küçük çocukların eğitiminde hiç bir yeri yoktur.

Tekrar, çocuklarla oynama ve sanatsal aktiviteler yoluyla öğrenmek için teşvik edilir.
Young onlar dersleri gerek resimli kitaplar veya sessiz okuma gibi farklı bir aktivite
karışımlarıyla tamamlayarak dikkatlerini canlı tuttuklarını ifade ediyor.

O ‘’ Kesinlikle dersi nasıl vereceğin konusunda daha fazla yaratıcı olmalısın’’diyor. ‘’Onlara 
güdü vermek için sesinle daha çok çalışmalısın, gerek sesli gerek sessiz olsun. Neyin geleceğinden onları ilgili tuttuğuna emin olmalısın. Marifet budur.

O ‘’ Öğretmek iletişim ve etkileşim ile alakalıdır.Bu genç yaşlarında çocuklara makineler

yoluyla öğreterek onlara iyilik yaptığımızı düşünmüyorum’’ diye ekliyor.

14 Şubat 2016 Pazar

Rehber Konumdaki Öğretmen Üst-Bilişi Artırıyor



Çeviren: Gökberk Bilgin

Metnin orijinali için tıklayınız




Bir öğretmen olarak, dersinizin ve materyallerinizin nasıl olabildiğince ilgi çekici ve ulaşılabilir olmasına uğraşırsınız? Bildiğiniz konu hakkında ve onu nasıl öğrendiğiniz hakkında düşünürsünüz. Ve bunlar yetmezmiş gibi, ne olursa olsun (öğle yemeği sonrası, yaklaşan balo ya da ikinci sınıf öğrencileri arasında çıkan son sosyal medya skandalı), konunuzun öğrencilerin ilgisini nasıl sürekli tutacağı ve nasıl ilgi çekeceği üzerine çalışırsınız. Tüm bu düşünce bir derse sığar ve yine de geri kalmış ya da dersten kopmuş öğrenciler vardır. Çok sıkı çalışmak ve hala her öğrenciye ulaşamamak can sıkıcı olabilir. Ve kendiniz dışında suçlayacak kimse yok-- Sınıfın en iyi şekilde öğrenmesi için uğraşıyorsunuz.



2005’te Ulusal Bilim Akademisi öğrenme hakkında bildiğimiz her şeyi ’’Öğrenciler Nasıl Öğrenir’’ adlı bir bildiride yeniden inceledi. Bu 600 sayfalık bildiri, UBA’nın verimli öğrenmenin anahtarı olarak betimlediği bir kelimede sonuçlandı: Üst biliş.
Üst biliş (ya da düşünme hakkında düşünmek), tüm verimli öğrenme arkasındaki itici gizli güçtür. Eğer öğrencilerinizin olabildiğince çok öğrenmesini istiyorsanız, üst biliş miktarını artırmalısınız. Bu oldukça basit bir eşitlik.

Tek problem, çoğu sınıfta üst bilişin sadece öğretmenleri terfi ettirme üzerine kurulu olmasıdır. Başarmak için öğrencilerin düşünme şekli (Ne biliyorlar?, ilgilerini ne canlı tutar) kadar, kendi düşünme yöntemimiz üzerinde de (Nasıl öğrendim?, Bunu daha önce nasıl öğrettim?, başarılı olup olamadığımız) düşünmeye ihtiyacımız var. Yine de, öğrencilerinizin konudan uzaklaşması, ilgisinin kesilmesi ve sizin materyali onlar için basitleştirmenizi beklemeleri oldukça kolaydır. Siz ‘’ben sizin tüm fitness hedeflerinizi gerçekleştirmenize yardım edeceğim. Şimdi arkanıza yaslananın ve ağırlıkları kaldırışımı seyredin’’ diyen bir kişisel eğitmensiniz. Öğretmek zor bir iştir-- ilginiz sürekli yüksek ve onu nasıl geliştireceğinizi bilmeniz gerek. Bu kesinlikle uzman bir öğrencinin yapacağı şeydir. Bu yüzden bilginizi paylaşın! Eğer öğrencilerinizin gerçekten daha iyi olmasını istiyorsanız, onların sizinle aynı yolda yürümesine izin verin.

Eric Mazur’un yapmak istediği de tam buydu. Harvard’da bir fizik profesörü olarak, dünyadaki en eğitimli lisans öğrencileriyle çalışırken, onların bilgi eksikliğini fark etmesi oldukça şaşırtıcıydı. Mazur, onları daha fazla düşünmeye zorladı, böylece öğrencilerin bir birlerine bir şeyler öğretmelerini sağladı. Değişim hayret vericiydi. Onun akran öğretimli yaklaşımı öğretmenin dersini teknoloji materyallerle zenginleştirmesi (flipped classroom) hareketi ortaya çıktığından beri vardı, ve araştırmalar bunun istikrarlı bir şekilde geleneksel tabanlı işlenen derslerden daha iyi bir sonuç çıkardığını gösteriyor. Şüphesiz! Öğretmenin dersini teknoloji materyallerle zenginleştirmesi-- üst biliş dengesini öğrenciye doğru değiştiriyor. Biz öğrencilerimizi mümkün olduğunca çok düşünen bireyler yapmak istiyoruz, bu yüzden en başarılı öğretmenler öğretmekten ‘’kaçınırlar’’.

Yön Değiştiren Sorumluluk

Bu taktiği kişisel seviyede başarılı bulduk. 10 yıl önce, tam zamanlı öğretmenliğe başladığımızda, öğrencilerimize yardım edebilmek için her şeyi kendimiz yaptık. Onların anlayıp başarılı olduğundan emin olmak bizim işimizdi. Yakın zamanda, öğrencilerimize en çok zarar veren şeyin onlara yardım etme isteğimiz olduğunu fark ettik. Her şeyi yapabileceğimizi biliyorlardı, bu nedenle kendileri adına uğraşmayı bıraktık. Nihayet eğitim dönemine geri döndük. Bir öğrenci bize bir şeyin nasıl yapıldığını sorduğunda, bilmezlikten gelip: ‘’Bilmiyorum, belki de araştırmalısın’’, bir diğeri sorduğundaysa ‘’Hmm çok ilginç, nasıl bulabiliriz?” diyorduk. Öğrenci tekrardan kitaba döndü. Birkaç oturumun ardından öğrenciler cevaplamamız için soru sormayı bıraktı-- zaten anlamaya yol açan davranışların tümünü biliyorlardı.

Öğrencilerin bu değişime merakı olup olmadığı sadece şans işiydi, çalışmalarımıza bilimsel edebiyat alanında başladık, ve tablo hızlıca netlik kazandı. Günümüz öğrencileri inanılmaz kaynaklara sahip-- ve beceri eksikliğiyle başarı dertte. Hiç açmadıkları yepyeni kitapları var. Dünyanın bilgisine tek tıkla ulaşabiliyorlar, ama bunu bilmedikleri şeyleri araştırmak için kullanmıyorlar. Sınıf derslerinin ardından, her yerde öğrenciler-- kültürel veya sosyo-ekonomik geçmişine bakılmaksızın-- öğrencilerin öğretmenden bilgi elde etme beklentisini içselleştirmişti. Bu temelde, onların öğrenmesiyle yükümlü insan fikrinin gerçek anlamı, “onlardan başka biridir’’. Ve bu büyük bir problemdir çünkü hiç kimse öğrenmemizden sorumlu olamaz.

Ne kadar eğlendirici ders yapsanız da, öğrencilerinizin dikkatini çekmeyebilir. Onların sadece bunu yapması, bizi öğrencilerin iyi öğrenemediği ya da ilgisini çekemediğimiz, bunun da öğretmenin hatası olduğu fikrine yönlendirir. Nörobilim perspektifinde bakıldığında, bu düşünce sadece bir hatadır. Öğrencilerin çoğundaki düşünme ve sorun çözmedeki aceleci hareketleri bu fikri güçlendirir. Tecrübelerimize göre, bu bakış açısı Amerika’nın öğrencilerine büyük ölçüde zarar vermiştir. İyi bir eğitim, sizin yerinize düşünen bir öğretmenden gelmez. Size kendiniz için düşünmeyi öğreten (hatta iten) öğretmenden gelir.

Rehber Konumundaki Öğretmen

Elbette, kendini için düşünmeye zorlanmak başta sinir bozucu ve duygusal anlamda rahatsız edici olabilir. Ama, geleceğin iş gücünde kendi kendilerine başarıya ulaşma yeteneklerinin gelişmesini istiyorsak, Amerika’nın çocuklarına mücadele etmeleri için izin vermemiz gerekir. Ve, neyin başarılı bir öğretmen yapacağının daha kapsamlı bir örneğine ihtiyacımız olduğu anlamına gelir. Hepimiz ders boyunca hiçbir şey yapmayan öğretmenlerin korkutucu hikâyelerini duymuşuzdur, fakat gerçek, kendilerinin bir şeyleri düşünerek bulmasına olanak sağlamayan öğretmenlerin çok yardım etmediğidir. İyi bir öğretmen mümkün olduğunca çok öğretmez. İyi bir öğretmen bir şeye nasıl düşünerek ulaşılır davranışını şekillendirirken olabildiğince az şey öğretir. Muhtemel hedefinizin ders boyunca öğrencilerinizin olabildiğince çok düşünmelerini sağlamanız olduğu apaçık görülüyor. Fakat bu durumda, ‘’düşünmek’’ gerçek anlamda, materyal hakkında düşünmek artı nasıl saklanır, ortaya çıkarılır, anlaşılır ve nasıl üzerine inşa edilir demektir. Düşünmeyi nasıl sürekli olarak iyileştiririz anlamı çıkar.

Her öğretmenin sınıfını görsel, teknolojik materyallerle zenginleştirme imkanı olmayabilir, fakat öğrencilerinizi daha fazla üst bilişe doğru yönlendirebileceğiniz birkaç basit ipucu var:

      Her ders süresince en az bir kez öğrencilerin sorularını yanıtlamayı reddedip, onları cevabı araştırmaya yönlendirmek,
      Test, düz yazı ya da bir ev ödevinde hatanın tam olarak nerede olduğunu göstermek yerine kaç hata olduğunu söylemek ve onların, hataların her birini bulmaları için mücadele etmesini sağlamak,
      Bir ders saatini planlamalarına ve işledikleri dersi kaydetmelerine izin verin. Bir şeyi öğrenme yeteneği, onu anlayıp anlamadığımızı açık ara test etme şeklidir.(Ve yaptığımız şeyi değerlendirmeleri için daha hızlı bir yöntem yoktur).
      Yaptığınız bir testin ardından aynısını bir kez daha verin, fakat ilk olarak öğrencilerin verdiği yanlış cevaplarla doldurun. öğrenciler bu testi değerlendirip düzeltmeleri yaptıkça,(bu veriler öğretmenlerce saklanır) sadece bir işi yapmak için gereken doğru yolu değil, aynı zamanda neden birilerinin belirli hataları yapabildiğini düşünmeleri gerekecektir.

Öğrencilerinizin düşünme şekilleri hakkında ne düşünüyorsunuz?



6 Şubat 2016 Cumartesi

Hayatın Yeni ve Radikal Ütopyası: Gabriel Garcia Marquez’in Nobel Ödülü Kabul Konuşması



Çeviren: Hanife TOP
(Yazarın kendi sesinden kayıt da linki verilen sitededir.)





Dünya için asalet dolu yüce bir vizyon “ kimsenin diğerlerinin nasıl öleceğine karar vermeyeceği, sevginin doğruluğunun kanıtlandığı ve mutluluğun mümkün olduğu.”

         8 Aralık 1982’de, yıllar sonra yazar olarak beklenmedik başlangıcı, Nobel Edebiyat Ödüllerinde ödüllendirildi. Yaşam boyu öğrenmenin geç anlaşılan önemi ile İsveç Akademisinde dikkatleri üzerine çekti ve Latin Amerika’nın Yalnızlığı başlıklı harika kabul konuşmasını yaptı. Belgenin İngilizce çevirisine daha sonra, tüm insan davranışlarını etkileyen dört istek ile Bertrand Russel ve sanat, yazı ve yaratıcılığın doğası ile Nobel Edebiyat Ödülünü alan en genç kadın Pearl S. Buck’ı bizimle buluşturan "Yazıda Nobel Yazarları" adlı vazgeçilmez kitapta yer verildi.


         Garcia Marquez’in ölümünden kısa süre sonra Teksas Üniversitesi’ndeki Harry Ransom merkezi – gururla desteklediğim edebi mirasın alışılmışın dışındaki kalesi- arşivini edindi. Hazine koleksiyonunun arasında Nobel Ödülü konuşmasının orijinal kaydı yakın zamanda bilimadamlarının erişimine sunuldu. İnsanlığın en büyük yazarlarından birini kendi kulaklarıyla, insan sesinin en samimi aracı vasıtasıyla duymak nadir ve göz alıcı bir armağandır. Metnin çevirisi aşağıdadır, lütfen tadını çıkarın...

Macellan ile dünya çevresindeki ilk seyahate çıkan Floransalı denizci Antonio Pigafetta Amerika’nın güney toprakları vasıtasıyla kesin doğrulara bakmaksızın hayalgücünün girişimi üzerine yazdı. İçerisinde göbekleri sağrılarında olan domuzlar, eşlerinin arkalarına yumurtalarını seren dişileri olan pençesiz kuşlar ve durgun, kaşığa benzeyen dilsiz pelikanları andıran kuşlar gördüğünü kaydetti. Kafası ve kulakları katır, gövdesi deve, bacakları geyik ve kişnemesi atı andıran gayrimeşru bir hayvan gördüğünü yazmıştır.

Patagonya’daki ilk yerli karşılaşmasında ayna ile karşı karşıya gelen bir yerlinin kendi görüntüsü karşısında hislerini nasıl kaybettiğini tanımladı.

Günümüz romanlarının tohumlarını o zaman bile içerisinde barındıran bu kısa ve etkileyici kitap günümüz gerçekliğinin tartışmasız en sarsıcı bakış açısına sahiptir. Kızılderili Kronolojisi bize bunun sayısız diğer örneklerini bırakmıştır. Açgözlüce aradığımız hayali toprak,  uzun yıllar boyunca sayısız  haritada görünen Eldorado yerini değiştiriyor ve kartografların hayalgücüne uymak için şekil değiştiriyor. Efsanevi Nunez Cabeza de Vaca sekiz yıl boyunca Meksika’nın kuzeyini üyeleri birbirlerini yok eden ve altı yüz kişilik gruptan yalnızca beşi geri dönen aldatılmış keşif heyeti ile sonsuz gençlik çeşmesini araştırdı. Çağın derinliği ölçülemeyen gizemlerinden biri de Atahualpa’nın fidyesi olarak Cuzco’ya bırakılan her biri yüz pound altın yüklü on bir bin katırın hiçbir zaman hedefine ulaşmamış olmasıdır. Bunun akabinde; koloni dönemlerinde Cartagena de Indias’da alüvyal topraklarda yetişen, kursaklarında altın topakları barındıran tavuklar satıldı. Kuruculardan birinin altına olan arzusu son zamana kadar hepimizin çevresini sardı. Ancak son yüzyıl, Panama Isthmus’un karşısına okyanuslar arası bir demiryolu kurulması için belirlenen Alman çalışması bir koşulda uygulanabilir olması nedeniyle sona erdirildi: demiryolu bölgede nadir bulunan demirden değil altından olmalıydı.

İspanyol egemenliğinden kurtuluşumuz deliliğe ulaşmamızda bizi öteye taşımadı. Meksika’yı üç kez yöneten diktatör General Antonio Lopez de Santa Anna Pastry Savaşı’nda kaybettiği sol bacağına görkemli bir cenaze töreni düzenledi. On altı yıl boyunca Ekvador’u kesin bir monarşi ile yöneten General Gabriel Moreno’nun ölüyü bekleme seremonisinde ceset başkanlık koltuğuna tamamen üniformalı ve madalyalardan oluşan koruma katmanı ile donatılarak oturtuldu. Yerli katliamında otuz bin köylü katleden, teosofik zorba El Salvador, General Maximiliano Hernandez Martinez, yemeklerindeki zehri saptayabilen bir sarkaç icat etti ve kızıl hastalığını yenmek için kırmızı kağıtla kaplanmış sokak lambaları vardı. Tegucigalpa’nın büyük meydanına dikilen General Francisco Moraz’n’ın heykeli aslında Marshal Ney’indir, Paris’teki ikinci el heykel dükkanından alınmıştı.

11 yıl önce, günümüzün öne çıkan şairi Şilili Pablo Neruda dinleyenlerini sözleriyle aydınlattı. O zamandan beri iyi niyetli Avrupalılar – ve bazen de kötü olanlar –Latin Amerika’nın bitmeyen inatçı bulanıklığı efsaneye dönüşen lanetli adam ve tarihi kadının sınırsız krallığı uygunsuz haberleri ile her zamankinden büyük bir güçle vuruyordu. Dinlenecek vaktimiz yoktu.

Yanan sarayında kuşatılmış, yalnız başına tüm orduyla savaşırken ölen özgürlükçü bir başkan; ve henüz açıklanmamış olan iki şüpheli uçak kazası büyük yürekli bir başkanın ve halkının saygınlığını dirilten demokratik bir askerin hayatını daha yarıda bıraktı. Beş savaş ve on yedi askeri darbe olmuştu ve bu Tanrı adına, günümüzün Latin Amerikalı etnik soykırımını uygulayan şeytani bir lider ortaya çıkardı. Bunlar olurken yirmi milyon Latin Amerikalı çocuk bir yaşına gelmeden vefat etti. Bu sayı Avrupa’da 1970 yılından beri doğanlardan daha fazladır. Baskı altında tutma nedeniyle oluşan bu kayıpların sayısı, kimse Uppsala sakinlerinin tümünü sayabilirmişçesine, yaklaşık yüz yirmi bindir. Hamileyken tutuklanan birçok kadın Arjantin hapishanelerinde doğum yaptı ancak hiç kimse sinsice evlat edindiği çocuklarının yada askeri yetkililerin yetimhanelere gönderdiği çocukların nereden geldiğini yada kimliklerini bilmiyor. Çünkü gelinen bu noktayı değiştirmeye çalıştıklarından kıta üzerinde yaklaşık iki yüz bin kadın ve erkek öldü ve yüz binden fazlası Orta Amerika’nın küçük ve şanssız ülkesinde hayatını kaybetti: Nikaragua, El Salvador ve Guetamala. Bu Birleşik Devletler’de yaşanmış olsaydı karşılaşacağımız manzara dört yılda bir milyon altı yüz bin ölü olacaktı.

Nüfusunun onda biri olan bir milyon kişi geleneksel olarak misafirperver olan Şili’ye kaçtı. İki buçuk milyon yerlisi ile küçük bir ulus olan ve kendisini kıtanın en gelişmiş ülkesi olarak sayan Uruguay her beş vatandaştan birini sürgüne gönderdi. 1979’dan beri El Salvador’daki iç savaş neredeyse her yirmi dakikada bir mülteci ortaya çıkardı. Latin Amerika’nın zorlanmış göçmenleri ve sürgünleri ülke oluştursaydı nüfusu Norveç’ten fazla olurdu.

Swedish Academy of Letters ( İsviçre Kraliyet Akademisi Edebiyat Bölümü )’ın dikkatini çekme gerçekliğini, ve yalnızca yazınsal tabir olarak değil, düşünmeyi göze aldım. Kağıtlardan oluşmayan gerçeklik kişinin içinde yaşadığı ve sayısız gün içindeki anlık ölümlerimize sebep olan ve doyumsuz yaratıcılığımızın kaynağının gelişmesini sağlayan keder ve güzellik dolu düzensiz ve nostaljik Kolombiyalı bir hiç daha kader tarafından seçildi. Şairler ve dilenciler, 
müzisyenler ve peygamberler, savaşçılar ve alçaklar, dizginlenemeyen gerçekliğin tüm yaratıkları, biraz hayal gücümüzle sormak zorundaydık, önemli konumuz hayatlarımızı inanılabilir hale getirmekte geleneksel eksiklikler vardı. İşte bu arkadaşlar yalnızlığımızın düğüm noktasıdır.

Ve eğer özünü paylaştığımız bizi engelleyen bu zorluklar, dünyanın bu tarafındaki kendi kültürlerinin beklentisinde yüceltilmiş rasyonel yetenekler bizi yorumlamak için kendilerini geçersiz bulmaları anlaşılabilirdir. Bizi kendilerinin kullandığı yarda ölçeği ile ölçmekte ısrar etmeleri, hayatın yıkımının herkes için aynı olmadığını ve kendi kimlik arayışımızın onlarınki kadar güç ve kanlı olduğunu unutmak yalnızca doğaldır. Bizim olmayan kalıplara göre gerçekliğimizin yorumlanması yalnızca bizi hiç olmadığı kadar bilinmeyen, hiç olmadığı kadar az özgür, hiç olmadığı kadar yalnızlaştırmaya hizmet eder. 

Saygıdeğer Avrupa bizi kendi geçmişimizde görmeyi deneseydi belki daha anlayışlı olurdu. Sadece Londra’nın ilk şehir duvarının inşa edilmesinin üç yüz yıl ve bir piskopos edinmenin üç yüz yıl daha sürdüğünü, Roma’nın tarihinde Etrüsk Kral tarafından sağlama bağlanana kadar yirmi yüzyıl belirsizliğin kasvetinde güçlükle ilerlediğini, ve bugünün hafif peynirleri ve soğuk saatleri ile bizlere ziyafet sunun barışçıl İsveç halkının on altıncı yüzyılın sonlarında kaderin askerleri olarak Avrupa’yı kana buladığını hatırlayın. Rönesans’ın yüceliğinde bile Kraliyet Ordusu’nun himayesindeki yirmi bin paralı asker Roma’yı talan etti ve yıktı ve sekiz bin Romalıyı kılıçtan geçirdi.

50 yıl önce Thomas Mann tarafından yere göğe sığdırılamayan saf kuzey ve tutkulu  güneyi birleştirme hayalleri olan Tonio Kröger’in hayallerini somutlaştırmaktan bahsetmiyorum. Ancak buradaki gibi daha adil ve insancıl anavatan için mücadele eden ileri görüşlü Avrupalılar bize bakış açılarını yeniden gözden geçirirlerse bize daha iyi yardım edebileceklerine inanıyorum.   Kendi dünya dağılımlarında kendi hayatına sahip olma hayalini üstlenen herkes için yasal desteğin somut eylemine dönüştürülmediği sürece hayallerimizle dayanışmamız bizi yalnız daha az yalnız hissettirmeyecek.

Latin Amerika ne kendi isteği dışında piyon olmayı istiyor ne  bunun için bir sebep var, ne de bağımsızlık arayışı ve orijinalliğinin doğu isteği haline gelmeli oluşu sadece hüsnükuruntudur. Buna rağmen dolaşımsal ilerlemeler Amerika’mız ve Avrupa arasındaki mesafeyi üzerinde durulan kültürel uzaklığın aksine daraltmış gibi görünüyor. Neden edebiyatta orijinalliğimiz kolaylıkla evet cevabı alırken farklı sosyal değişim girişimlerimiz bu kadar kuşkuyla reddedildi?  Düşünün neden Kendi ülkeleri için sosyal adalet arayan yenilikçi Avrupalılar Latin Amerika için benzer olmayan durumlar için farklı methodlar amaçlayamasın? Hayır: tarihimizin ölçülemeyen şiddet ve ıstırabı asırlık insafsızlık ve anlatılmaz acının sonucudur ve bu evimizden üç yüz league ( 1448 km ) uzakta kurulmuş bir komplo değil. Ancak birçok Avrupalı yazar ve düşünür dünyanın iki büyük efendisinin merhametinde yaşamaktan başka bir kader bulmak imkansızmış gibi  gençliklerinin verimli bolluğunu unutan eski toprakların çocuksuluğuyla böyle düşündü. İşte bu, arkadaşlar, yalnızlığımızın ölçütüdür.

Buna karşın, baskı yapmak, yağmalamak ve terk etme, biz hayatla karşılık veriyoruz. Ne seller ne de salgın hastalıklar, ne kıtlıklar ne afetler, hatta ne yüzyılın ebedi savaşları yaşamın ölüme olan inatçı üstünlüğünü hizaya getirebildi. Büyüyen ve çabuklaştıran bir avantaj: her yıl, New York’un yeni doğan nüfusunu yediye katlamaya yetecek kadar, ölümlerden yetmiş dört milyon daha fazla doğum bulunuyor. Bu doğumların çoğu, tabi ki Latin Amerika’nınkiler de dahil olmak üzere, asgari kaynaklara sahip ülkelerde meydana geliyor. Aksine, en müreffeh ülkeler sadece bugüne kadar yaşamış tüm insan ırkını değil, bu talihsiz gezegen üzerinde nefes almış olan tüm canlı ırklarını yüz kez ortadan kaldırmaya yetecek yıkım gücünü biriktirmeyi başardı.


Bugünkü gibi bir günde, ustam William Faulkner "ben insanoğlunun sonunu kabul etmeyi reddediyorum" dedi. Ben, insanlığın en başından beri ve bilimsel bir olasılıktan fazlası olmayan onun 32 yıl önce tanımayı reddettiği büyük trajedinin tam anlamıyla farkında olmasaydım onun durduğu yerden değersizce düşebilirdim. Masalların kaşifi, hiçbir şeye inanmayacak olan, karşı bir ütopya yaratmamak için çok geç olmadığı hakkına inanan biz, tüm insanlık tarihi boyunca yalnızca bir ütopya gibi görünmek zorunda olan bu müthiş gerçekle yüzleştik. Hiç kimsenin, diğerlerinin nasıl öleceği konusunda karar veremeyeceği, aşkın gerçeği ispat edeceği ve mutluluğun mümkün olduğu, tüm ırkların yüzyıl yalnızlığa mahkum olacağı, sonunda ve sonsuza kadar, yeryüzüne ikinci bir fırsat verilinceye kadar, hayatın yeni ve köklü bir ütopyası.