Çeviren: Hanife TOP
(Yazarın kendi sesinden kayıt da linki verilen sitededir.)
Dünya
için asalet dolu yüce bir vizyon “ kimsenin diğerlerinin nasıl öleceğine karar
vermeyeceği, sevginin doğruluğunun kanıtlandığı ve mutluluğun mümkün olduğu.”
8 Aralık
1982’de, yıllar sonra yazar olarak beklenmedik başlangıcı, Nobel Edebiyat
Ödüllerinde ödüllendirildi. Yaşam boyu öğrenmenin geç anlaşılan önemi ile
İsveç Akademisinde dikkatleri üzerine çekti ve Latin Amerika’nın Yalnızlığı
başlıklı harika kabul konuşmasını yaptı. Belgenin İngilizce çevirisine daha
sonra, tüm insan davranışlarını etkileyen dört istek ile Bertrand Russel ve
sanat, yazı ve yaratıcılığın doğası ile Nobel Edebiyat Ödülünü alan en genç
kadın Pearl S. Buck’ı bizimle buluşturan "Yazıda Nobel Yazarları" adlı
vazgeçilmez kitapta yer verildi.
Garcia Marquez’in ölümünden kısa süre sonra Teksas Üniversitesi’ndeki Harry Ransom merkezi – gururla desteklediğim edebi mirasın alışılmışın dışındaki kalesi- arşivini edindi. Hazine koleksiyonunun arasında Nobel Ödülü konuşmasının orijinal kaydı yakın zamanda bilimadamlarının erişimine sunuldu. İnsanlığın en büyük yazarlarından birini kendi kulaklarıyla, insan sesinin en samimi aracı vasıtasıyla duymak nadir ve göz alıcı bir armağandır. Metnin çevirisi aşağıdadır, lütfen tadını çıkarın...
Garcia Marquez’in ölümünden kısa süre sonra Teksas Üniversitesi’ndeki Harry Ransom merkezi – gururla desteklediğim edebi mirasın alışılmışın dışındaki kalesi- arşivini edindi. Hazine koleksiyonunun arasında Nobel Ödülü konuşmasının orijinal kaydı yakın zamanda bilimadamlarının erişimine sunuldu. İnsanlığın en büyük yazarlarından birini kendi kulaklarıyla, insan sesinin en samimi aracı vasıtasıyla duymak nadir ve göz alıcı bir armağandır. Metnin çevirisi aşağıdadır, lütfen tadını çıkarın...
Macellan
ile dünya çevresindeki ilk seyahate çıkan Floransalı denizci Antonio Pigafetta
Amerika’nın güney toprakları vasıtasıyla kesin doğrulara bakmaksızın
hayalgücünün girişimi üzerine yazdı. İçerisinde göbekleri sağrılarında olan
domuzlar, eşlerinin arkalarına yumurtalarını seren dişileri olan pençesiz
kuşlar ve durgun, kaşığa benzeyen dilsiz pelikanları andıran kuşlar gördüğünü
kaydetti. Kafası ve kulakları katır, gövdesi deve, bacakları geyik ve kişnemesi
atı andıran gayrimeşru bir hayvan gördüğünü yazmıştır.
Patagonya’daki
ilk yerli karşılaşmasında ayna ile karşı karşıya gelen bir yerlinin kendi
görüntüsü karşısında hislerini nasıl kaybettiğini tanımladı.
Günümüz
romanlarının tohumlarını o zaman bile içerisinde barındıran bu kısa ve
etkileyici kitap günümüz gerçekliğinin tartışmasız en sarsıcı bakış açısına
sahiptir. Kızılderili Kronolojisi bize bunun sayısız diğer örneklerini
bırakmıştır. Açgözlüce aradığımız hayali toprak, uzun yıllar boyunca sayısız haritada görünen Eldorado yerini değiştiriyor
ve kartografların hayalgücüne uymak için şekil değiştiriyor. Efsanevi Nunez Cabeza de Vaca
sekiz yıl boyunca Meksika’nın kuzeyini üyeleri birbirlerini yok eden ve altı
yüz kişilik gruptan yalnızca beşi geri dönen aldatılmış keşif heyeti ile sonsuz
gençlik çeşmesini araştırdı. Çağın derinliği ölçülemeyen gizemlerinden biri de Atahualpa’nın
fidyesi olarak Cuzco’ya bırakılan her biri yüz pound altın yüklü on bir bin
katırın hiçbir zaman hedefine ulaşmamış olmasıdır. Bunun akabinde; koloni
dönemlerinde Cartagena de Indias’da alüvyal topraklarda yetişen, kursaklarında
altın topakları barındıran tavuklar satıldı. Kuruculardan birinin altına olan
arzusu son zamana kadar hepimizin çevresini sardı. Ancak son yüzyıl, Panama Isthmus’un
karşısına okyanuslar arası bir demiryolu kurulması için belirlenen Alman
çalışması bir koşulda uygulanabilir olması nedeniyle sona erdirildi: demiryolu
bölgede nadir bulunan demirden değil altından olmalıydı.
İspanyol egemenliğinden
kurtuluşumuz deliliğe ulaşmamızda bizi öteye taşımadı. Meksika’yı üç kez
yöneten diktatör General Antonio Lopez de Santa Anna Pastry Savaşı’nda
kaybettiği sol bacağına görkemli bir cenaze töreni düzenledi. On altı yıl
boyunca Ekvador’u kesin bir monarşi ile yöneten General Gabriel Moreno’nun
ölüyü bekleme seremonisinde ceset başkanlık koltuğuna tamamen üniformalı ve
madalyalardan oluşan koruma katmanı ile donatılarak oturtuldu. Yerli
katliamında otuz bin köylü katleden, teosofik zorba El Salvador, General
Maximiliano Hernandez Martinez, yemeklerindeki zehri saptayabilen bir sarkaç
icat etti ve kızıl hastalığını yenmek için kırmızı kağıtla kaplanmış sokak
lambaları vardı. Tegucigalpa’nın büyük meydanına dikilen General Francisco
Moraz’n’ın heykeli aslında Marshal Ney’indir, Paris’teki ikinci el heykel
dükkanından alınmıştı.
11 yıl önce, günümüzün öne
çıkan şairi Şilili Pablo Neruda dinleyenlerini sözleriyle aydınlattı. O
zamandan beri iyi niyetli Avrupalılar – ve bazen de kötü olanlar –Latin
Amerika’nın bitmeyen inatçı bulanıklığı efsaneye dönüşen lanetli adam ve tarihi
kadının sınırsız krallığı uygunsuz haberleri ile her zamankinden büyük bir
güçle vuruyordu. Dinlenecek vaktimiz yoktu.
Yanan sarayında kuşatılmış, yalnız
başına tüm orduyla savaşırken ölen özgürlükçü bir başkan; ve henüz açıklanmamış
olan iki şüpheli uçak kazası büyük yürekli bir başkanın ve halkının
saygınlığını dirilten demokratik bir askerin hayatını daha yarıda bıraktı. Beş
savaş ve on yedi askeri darbe olmuştu ve bu Tanrı adına, günümüzün Latin
Amerikalı etnik soykırımını uygulayan şeytani bir lider ortaya çıkardı. Bunlar
olurken yirmi milyon Latin Amerikalı çocuk bir yaşına gelmeden vefat etti. Bu
sayı Avrupa’da 1970 yılından beri doğanlardan daha fazladır. Baskı altında
tutma nedeniyle oluşan bu kayıpların sayısı, kimse Uppsala sakinlerinin tümünü
sayabilirmişçesine, yaklaşık yüz yirmi bindir. Hamileyken tutuklanan birçok
kadın Arjantin hapishanelerinde doğum yaptı ancak hiç kimse sinsice evlat
edindiği çocuklarının yada askeri yetkililerin yetimhanelere gönderdiği
çocukların nereden geldiğini yada kimliklerini bilmiyor. Çünkü gelinen bu
noktayı değiştirmeye çalıştıklarından kıta üzerinde yaklaşık iki yüz bin kadın
ve erkek öldü ve yüz binden fazlası Orta Amerika’nın küçük ve şanssız ülkesinde
hayatını kaybetti: Nikaragua, El Salvador ve Guetamala. Bu Birleşik
Devletler’de yaşanmış olsaydı karşılaşacağımız manzara dört yılda bir milyon
altı yüz bin ölü olacaktı.
Nüfusunun onda biri olan bir
milyon kişi geleneksel olarak misafirperver olan Şili’ye kaçtı. İki buçuk
milyon yerlisi ile küçük bir ulus olan ve kendisini kıtanın en gelişmiş ülkesi
olarak sayan Uruguay her beş vatandaştan birini sürgüne gönderdi. 1979’dan beri
El Salvador’daki iç savaş neredeyse her yirmi dakikada bir mülteci ortaya
çıkardı. Latin Amerika’nın zorlanmış göçmenleri ve sürgünleri ülke oluştursaydı
nüfusu Norveç’ten fazla olurdu.
Swedish Academy of Letters (
İsviçre Kraliyet Akademisi Edebiyat Bölümü )’ın dikkatini çekme gerçekliğini, ve
yalnızca yazınsal tabir olarak değil, düşünmeyi göze aldım. Kağıtlardan
oluşmayan gerçeklik kişinin içinde yaşadığı ve sayısız gün içindeki anlık
ölümlerimize sebep olan ve doyumsuz yaratıcılığımızın kaynağının gelişmesini
sağlayan keder ve güzellik dolu düzensiz ve nostaljik Kolombiyalı bir hiç daha
kader tarafından seçildi. Şairler ve dilenciler,
müzisyenler ve peygamberler,
savaşçılar ve alçaklar, dizginlenemeyen gerçekliğin tüm yaratıkları, biraz
hayal gücümüzle sormak zorundaydık, önemli konumuz hayatlarımızı inanılabilir
hale getirmekte geleneksel eksiklikler vardı. İşte bu arkadaşlar
yalnızlığımızın düğüm noktasıdır.
Ve eğer özünü paylaştığımız bizi engelleyen bu
zorluklar, dünyanın bu tarafındaki kendi kültürlerinin beklentisinde
yüceltilmiş rasyonel yetenekler bizi yorumlamak için kendilerini geçersiz
bulmaları anlaşılabilirdir. Bizi kendilerinin
kullandığı yarda ölçeği ile ölçmekte ısrar etmeleri, hayatın yıkımının herkes
için aynı olmadığını ve kendi kimlik arayışımızın onlarınki kadar güç ve kanlı
olduğunu unutmak yalnızca doğaldır. Bizim olmayan kalıplara göre
gerçekliğimizin yorumlanması yalnızca bizi hiç olmadığı kadar bilinmeyen, hiç
olmadığı kadar az özgür, hiç olmadığı kadar yalnızlaştırmaya hizmet eder.
Saygıdeğer Avrupa bizi kendi geçmişimizde görmeyi deneseydi belki daha
anlayışlı olurdu. Sadece Londra’nın ilk şehir duvarının inşa edilmesinin üç yüz
yıl ve bir piskopos edinmenin üç yüz yıl daha sürdüğünü, Roma’nın tarihinde
Etrüsk Kral tarafından sağlama bağlanana kadar yirmi yüzyıl belirsizliğin
kasvetinde güçlükle ilerlediğini, ve bugünün hafif peynirleri ve soğuk saatleri
ile bizlere ziyafet sunun barışçıl İsveç halkının on altıncı yüzyılın
sonlarında kaderin askerleri olarak Avrupa’yı kana buladığını hatırlayın.
Rönesans’ın yüceliğinde bile Kraliyet Ordusu’nun himayesindeki yirmi bin paralı
asker Roma’yı talan etti ve yıktı ve sekiz bin Romalıyı kılıçtan geçirdi.
50 yıl önce Thomas Mann
tarafından yere göğe sığdırılamayan saf kuzey ve tutkulu güneyi birleştirme hayalleri olan Tonio
Kröger’in hayallerini somutlaştırmaktan bahsetmiyorum. Ancak buradaki gibi daha
adil ve insancıl anavatan için mücadele eden ileri görüşlü Avrupalılar bize
bakış açılarını yeniden gözden geçirirlerse bize daha iyi yardım
edebileceklerine inanıyorum. Kendi
dünya dağılımlarında kendi hayatına sahip olma hayalini üstlenen herkes için yasal
desteğin somut eylemine dönüştürülmediği sürece hayallerimizle dayanışmamız bizi
yalnız daha az yalnız hissettirmeyecek.
Latin Amerika ne kendi
isteği dışında piyon olmayı istiyor ne bunun için bir sebep var, ne de bağımsızlık
arayışı ve orijinalliğinin doğu isteği haline gelmeli oluşu sadece
hüsnükuruntudur. Buna rağmen dolaşımsal ilerlemeler Amerika’mız ve Avrupa
arasındaki mesafeyi üzerinde durulan kültürel uzaklığın aksine daraltmış gibi
görünüyor. Neden edebiyatta orijinalliğimiz kolaylıkla evet cevabı alırken
farklı sosyal değişim girişimlerimiz bu kadar kuşkuyla reddedildi? Düşünün neden Kendi ülkeleri için sosyal
adalet arayan yenilikçi Avrupalılar Latin Amerika için benzer olmayan durumlar
için farklı methodlar amaçlayamasın? Hayır: tarihimizin ölçülemeyen şiddet ve
ıstırabı asırlık insafsızlık ve anlatılmaz acının sonucudur ve bu evimizden üç
yüz league ( 1448 km ) uzakta kurulmuş bir komplo değil. Ancak birçok Avrupalı
yazar ve düşünür dünyanın iki büyük efendisinin merhametinde yaşamaktan başka
bir kader bulmak imkansızmış gibi gençliklerinin verimli bolluğunu unutan eski
toprakların çocuksuluğuyla böyle düşündü. İşte bu, arkadaşlar, yalnızlığımızın
ölçütüdür.
Buna karşın, baskı yapmak,
yağmalamak ve terk etme, biz hayatla karşılık veriyoruz. Ne seller ne de salgın
hastalıklar, ne kıtlıklar ne afetler, hatta ne yüzyılın ebedi savaşları yaşamın
ölüme olan inatçı üstünlüğünü hizaya getirebildi. Büyüyen ve çabuklaştıran bir
avantaj: her yıl, New York’un yeni doğan nüfusunu yediye katlamaya yetecek
kadar, ölümlerden yetmiş dört milyon daha fazla doğum bulunuyor. Bu doğumların
çoğu, tabi ki Latin Amerika’nınkiler de dahil olmak üzere, asgari kaynaklara
sahip ülkelerde meydana geliyor. Aksine, en müreffeh ülkeler sadece bugüne
kadar yaşamış tüm insan ırkını değil, bu talihsiz gezegen üzerinde nefes almış
olan tüm canlı ırklarını yüz kez ortadan kaldırmaya yetecek yıkım gücünü biriktirmeyi
başardı.
Bugünkü
gibi bir günde, ustam William Faulkner "ben insanoğlunun sonunu kabul etmeyi
reddediyorum" dedi. Ben, insanlığın en başından beri ve bilimsel bir
olasılıktan fazlası olmayan onun 32 yıl önce tanımayı reddettiği büyük
trajedinin tam anlamıyla farkında olmasaydım onun durduğu yerden değersizce
düşebilirdim. Masalların kaşifi, hiçbir şeye inanmayacak olan, karşı bir ütopya
yaratmamak için çok geç olmadığı hakkına inanan biz, tüm insanlık tarihi
boyunca yalnızca bir ütopya gibi görünmek zorunda olan bu müthiş gerçekle
yüzleştik. Hiç kimsenin, diğerlerinin nasıl öleceği konusunda karar
veremeyeceği, aşkın gerçeği ispat edeceği ve mutluluğun mümkün olduğu, tüm
ırkların yüzyıl yalnızlığa mahkum olacağı, sonunda ve sonsuza kadar, yeryüzüne
ikinci bir fırsat verilinceye kadar, hayatın yeni ve köklü bir ütopyası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder